MAĞARA TURİZMİ VE SORUNLAR
Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen "Turizmin çeşitlendirilmesi" ve "Kıyılardan iç kesimlere yaygınlaştırılması" çalışmalarına bağlı olarak mağaraların turizme açılması konusu son dönemde yeniden gündeme geldi. Şu anda 12 yeni mağaranın turizme açılma çalışmaları Turizm Bakanlığı tarafından sürdürülüyor.
Turizm Bakanlığı, yayınlamış olduğu "Türkiye'nin Speleolojik Olanakları-I" adlı kitapçıkta 12 yeni mağarayı turizme açabilmek için ilgili yerel yönetimlerle temasa geçtiğini açıkladı.
Bu mağaraların turizme açılıp açılmaması ya da hangilerinin açılabileceği, açılırken nelere dikkat edilmesi gerektiği gibi konularda yürütülen tartışmalara geçmeden önce konunun daha iyi kavranabilmesi açısından ülkemizde mağara turizminin geçmişine bir göz atmakta yarar görüyoruz.
MAĞARA TURİZMİ ADINA ÜLKEMİZDE YAPILANLAR
1950'li yıllarda dünyada mağara turizmi olayının yaygınlık kazanmasına bağlı olarak ülkemizde de bu konuda etkileşim olmuş ve 1966 yılında ilk örnek olarak Burdur İnsuyu Mağarası turizme açılmıştır. Daha sonra Alanya'daki Damlataş, Silifke'deki Cennet-Cehennem ve Narlıkuyu (Dilek) Mağarası, Anamur'daki Köşekbükü, Tarsus'taki Eshab-ı Kehf (Yediuyurlar), Antalya'daki Karain ve İstanbul'daki Yarımburgaz Mağarası turizme açılmıştır.
Turizme açılan en son örnekler ise, Harput'taki Buzluk Mağarası ve 1993 yılı haziran ayında açılışı yapılacağı belirtilen Tokat'taki İndere (Ballıca) Mağarası'dır. İndere Mağarası'nı da sayarsak, bugün 10 mağaranın turizme açık olduğunu söyleyebiliriz. Burada, yazıyı fazla uzatmamak amacıyla mağaraların tek tek durumları üzerinde durmayacağız; zaten sorunlar hemen hemen ortak gibidir.
Bunları genelleştirerek söylersek; bu mağaraların çoğunda, mağaranın doğal ortamı bir daha düzeltilemeyecek şekilde bozulmuştur. Kırılan sarkıt ve dikitleri, bozulan atmosferi, kuruyan suları, betonlaşan zemini, devam etmeyen kimyasal çökelimi, yok edilen yarasa popülasyonları ve faunası, tahrip olan arkeolojik değerleri ve her türlü kirliliği ile bu mağaraların artık turistik anlamda da bir değer ifade etmediğini görmekteyiz. Özet olarak, turizme açık olan mağaralarımızın durumu tek kelimeyle içler acısıdır. Milyonlarca yıllık bir birikimin 25 yıl gibi çok kısa bir sürede yok edilmiş olması, üzücülüğünün yanı sıra ders çıkartılması gereken bir olaydır.
Ülkemizdeki örnekleriyle kıyaslandığında çok iyi korunduğu, denetlendiği ve rehberlik hizmeti verildiği halde turizmin mağaralar üzerindeki tahrip edici etkisini gören Amerika ve Avrupa ülkelerinde 1970'li yıllardan itibaren mağaraların turizme açılmaması tartışmaları başlatılmıştır. Bir zamanlar dünyada mağara turizminin öncülüğünü yapmış olan bu ülkeler artık mağaralarını turizme açmamaktadırlar. Üstelik, speleolojinin bir bilim dalı olarak daha gelişmiş olduğu ve mağaracılıkla uğraşan kurum ve kuruluşların nicel ve nitel olarak daha yetkin konumda bulunduğu bu ülkelerde bile mağaraların korunamamış olması bizi daha temkinli olmaya itmelidir. Oysa, ülkemizde bu konuda tam bir vurdumduymazlık hakimdir.
Doğal değerlerin korunması gerektiği bilinci, yöneticiler de dahil olmak üzere toplumun birçok kesiminde gelişmemiştir. Bu bilincin geliştirilmesine katkıda bulunacak olan mağaracı dernek ve kulüpler ise, mağaracılığın daha çok sportif yanını ön plana çıkarmakta ve bu konuda etkin bir rol oynayamamaktadırlar. Konuyla ilgili kuruluşların sayıca azlığı ve ülke çapında yaygınlaşmamış olması da diğer bir olumsuz etkendir. Bu durumda kısa vadeli karlar ve politik çıkarlar uğruna doğal değerlerimiz süratle yok edilmekte, ortam konu hakkında uzman olmayan kişilerin ellerine terk edilmektedir.
Bugün halen turizme açık bulunan 10 mağarada yapılmış olan tahribatı düzeltebilme şansımız hemen hemen yok gibi. Ancak yine de bu mağaralar belli bir revizyondan geçirilip, daha fazla tahrip olmaları engellenebilir. Turizm Bakanlığı bu konuda hiçbir çaba sarfetmezken 12 yeni mağarayı daha turizme açmaya kalkışmaktadır. Bu tavır, bakanlığın mağaraların korunması konusunda hassas davranmadığını göstermektedir. Dolayısıyla, bakanlığın izlediği mağara turizmi politikası daha çok "Turizme aç harap olsun, daha sonra yenisini aç" şeklinde olmaktadır.
Burada, turizme açık olan mağaralarımızda yapılabilecek yenileme çalışmaları ve alınabilecek önlemler konusuna da kısaca değinmek istiyoruz.
HALEN TURİZME AÇIK OLAN MAĞARALARIMIZDA ALINABİLECEK ÖNLEMLER
Turizme açık mağaralarda, mağaranın turizme açılması sırasında yapılan tahribatın yanı sıra, şu an en büyük tahribat buraları ziyaret edenler tarafından yapılmaktadır. Artan ziyaretçi sayısı mağara atmosferinde olumsuz etkiler yapmakta ve mağaranın ekolojik dengesi bozulmaktadır. Mağara çıkışında evlerine hatıra götürmek gibi gereksiz bir saplantıya sahip olan ziyaretçiler sarkıt ve dikitleri kırmaktadırlar. Mağara duvarlarına çamurla ya da başka araçlarla yazı yazmak, isim kazımak ise artık bir gelenek haline gelmiştir.
Yine ziyaretçiler, mağaraya çeşitli yiyecek ve içeceklerle girmekte, bunların artıklarını da (çöp kutusu olmadığından ya da içlerinden öyle geldiği için) çok rahat bir şekilde yere atabilmektedirler. Ziyaretçiler tarafından yapılan bu ve buna benzer zararların önlenebilmesi uzun vadeli bir çözüm olmakla birlikte bu kişilerin eğitilmesine bağlıdır. Mağaraya girecek kişilere, görevliler bu konularda uyarılarda bulunup nasıl davranmaları gerektiği konusunda bilgi verebilirler.
Mağara tanıtım broşürlerine bu konularla ilgili bilgi eklenebilir. Bütün bunlar uzun vadede mutlaka yararı olacak girişimlerdir. Kısa vadede ise turizme açık mağaraların görevli rehberler eşliğinde gezilmesi sağlanmalıdır. Bu rehberlerin temel görevi hem mağaranın, hem de ziyaretçilerin güvenliğini sağlamak olmalıdır. Ayrıca, bu rehberler ziyaretçilere mağara hakkında kısa bilgi de verebilirler. Bizler, rehbersiz olarak mağaraya ziyaretçi sokulmasına kesinlikle karşıyız. Ziyaretçiler tarafından yapılan tahribat alınacak bu önlemlerle büyük ölçüde engellenebilir.
Turizme açık mağaralarda ziyaretçilerin yanı sıra turizme açılma işlemleri sırasında gerekli teknik bilgi yoksunluğundan kaynaklanan yanlışlıklar, alelacele turizme hazırlama, sezona hazırlama vb. kaygılarla gerekli araştırmalar yapılmadığı için oluşmuş hatalar da vardır. Bu hatalar sonucunda mağaralarımız büyük oranda tahribata uğramıştır. Bu tahribatın bir çoğu için artık geri dönülemez bir noktada bulunuyoruz.
Gezi yolu yapıyoruz diye kalıp kalıp dökülen betonlar, ışıklandırma çalışması yapıyoruz diye kırılan sarkıt ve dikitler, pasaj genişletiyoruz diye patlatılan dinamitler, çevre düzenlemesi yapıyoruz diye yok edilen mağara önü arkeolojik dolgu tabakası, katledilen yarasalar vb. için artık çok geç.
Ancak, düzeltebileceğimiz şeyler de var. Örneğin, turizme açık olan 10 mağaranın hemen hepsinde elektrik tesisatı baştan aşağı yenilenebilir. Bu mağaralarda sıcak ışık kaynakları devamlı yakılmaktadır. Sıcak ışık kaynakları mağara atmosferini olumsuz olarak etkilemekte ve oluşumların üzerinde yosun birikmesine neden olmaktadır. Bu ise, kimyasal çökelimin durması ve mağaranın görsel güzelliklerini yitirmesine neden olmaktadır. Elektrik düzeni kurulurken hiçbir oluşuma zarar verilmemeli, kablolar mümkün olduğu kadar gizli bir şekilde döşenmeli, ışık doğrudan ziyaretçilerin gözüne gelecek tarzda değil, yansıtılarak kullanılmalıdır.
Elektrik çarpma tehlikesine karşı kabloların yalıtımı düzgün olarak yapılmalıdır. Elektrik tesisatının yanı sıra demir parmaklık, merdiven gibi metal unsurların yenilenme, değiştirilme işlemleri yapılmalıdır. Örneğin, Narlıkuyu Mağarası'na inen 20 m.lik demir merdiven hem çok dar, hem de çok diktir. Basamakları kayganlaşmış olan bu merdivenin ziyaretçilerin güvenliği açısından yenilenmesi şarttır. Mağara içinde metal unsurlar kullanmak zorunlu ise okside olmayan metaller tercih edilmelidir.
Burdur İnsuyu Mağarası'nda kuruyan göllerin yeniden dolmasını sağlayabilmek için çevrede tarım yapan köylülere artezyen kuyu açmak yerine farklı sulama projeleri sunulabilir. Bütün bunlar bölgenin hidrojeolojik araştırmasının tamamlanmadan mağaranın turizme açılmasından kaynaklanmaktadır. Sonuçta mağara hem zarar görmekte, hem de mağaraya yapılan yatırımın çok kısa bir sürede boşa çıkmasına neden olunmaktadır. Güzelliklerini kaybetmiş bir mağaranın ziyaretçi sayısının azalacağı kesindir.
Yazın içinde buz oluşan ve bu konuda ülkemizde tek örnek olan Harput'taki Buzluk Mağarası ise turizme yeni açılmış olmakla birlikte, yapılan hatalar sonucu buz oluşumunda hızlı bir düşme gözlenmiştir. 1991 yılının temmuz-ağustos-eylül aylarında yaklaşık 15-20 bin kişinin ziyaret ettiği belirtilen bu mağara bizce en kısa zamanda turizme kapatılmalıdır. Yapılacak araştırma ve düzenlemelerle buz oluşumunun yeniden sağlanması için uğraşılmalıdır. Yarımburgaz Mağarası'nda ise prehistorik değerlerimizin defineciler tarafından tahrip edilmesine ve kaçak kazılara son verebilmek için mağara girişi kesin olarak denetlenmeli ve giriş mutlaka kontrol altına alınmalıdır.
Henüz turizme açılmamış olan ancak, Haziran 1993'te gerekli çalışmaları tamamlanarak turizme açılacağı belirtilen Tokat İndere Mağarası, literatüre 'soğan sarkıt' olarak geçen çok özel oluşumları barındırmasının yanı sıra zengin yarasa popülasyonu ve guano üzerinde oluşmuş faunası ile dikkati çekmektedir. Bu tür mağaralar hem burada yaşayan canlıların korunabilmesi, hem de bilimsel araştırmalar açısından önemlidir. Bizler, bu nedenlerden dolayı İndere Mağarası'nın turizme açılmasından yana değiliz.
Turizme açma çalışmalarına bağlı olarak mağara içinde yapılmış olan yeni düzenlemeler hakkında bilgi sahibi olmamakla birlikte, çok geç olmadan bu çalışmalara son verilmesi ve mağaranın turizme açılmaksızın koruma altında tutulmasını istiyoruz. Kısaca anlatmaya çalıştığımız bu önlemler, turizme açık olan mağaralarımızın daha fazla bozulup, artık içine kimsenin girmek istemeyeceği bir hale gelmesini önleyebilir. Turizm Bakanlığı'nın yeni mağaraları turizme açma girişiminden önce, açılmış olanları yeniden düzenlemesinin daha uygun olacağı görüşündeyiz.
Bakanlık yetkilileri, mağaraların korunması fikrine karşı çıkmıyor, hatta bu konuda birşeyler yapma çabası içinde görünüyorlar. 'Koruma-Kullanma Modeli' adı altında projeler üretiyor, mağaracı dernek ve kulüp temsilcileriyle toplantılar yapıyor, görüşler alınıp, görüşler veriliyor. Bütün bunlar çok güzel; ancak uygulamaya baktığımızda durum hiç de parlak değil. Daha önce yapılan hatalardan ders alınmaması, Turizm Bakanlığı'nın mağaraların korunması için gereken özeni göstermediği sonucunu ortaya çıkarıyor.
Bize öyle geliyor ki, bakanlık bir takım mağaraları turizme açmayı önceden belirlemiş; üretilen koruma modellerinin ve görüşmelerin de aslında hep bu sonuca hizmet etmesi isteniyor. Bu durum, yapılan toplantıların samimiyeti konusunda kuşku duymamıza neden oluyor. Şimdi de bakanlık tarafından ortaya konulan 'Koruma-Kullanma Modeli' üzerinde durmak istiyoruz.
'KORUMA - KULLANMA MODELİ' MAĞARALARI GERÇEKTEN KORUYABİLİR Mİ?
Turizm Bakanlığı tarafından yayınlanan "Türkiye'nin Speleolojik Olanakları I" adlı kitapçıkta mağaraların korunabilmesi için en uygun yöntemin "koruma-kullanma dengesi içerisinde turizme açılması" olduğu belirtilmektedir. Aynı kitapçığın başka bir yerinde modelin kapsamı konusuna açıklık getirilmekte ve Akdeniz ile Ege kıyılarında, turistik merkezlere günübirlik ulaşım mesafesi içinde kalan (2 saatte gidilebilen) yerlerdeki mağaraların turizme açılmak üzere uygun görüldüğü açıklanmaktadır.
Modelde, Akdeniz ve Ege kıyıları dışındaki mağaraların kapsam dışında bırakılmış olması, modeli en başından ülkemizdeki mağaraların korunmasına yönelik bir model olma niteliğinden uzaklaştırmaktadır. Teorik olarak modelin tüm ülke mağaralarını kapsayabileceği söylense bile, bunun pratiğe geçirilebilmesi mümkün değildir. Eğer kullanarak korumanın sağlanabileceğini varsaysak bile, bu modelin uygulanabileceği mağaralar sayı olarak çok sınırlıdır.
Modele göre, bir mağaranın korunabilmesi için Akdeniz ve Ege kıyı şeridinde yer alması tek başına yeterli değildir. Bu mağaranın aynı zamanda turistik merkezlere iki saatlik bir mesafede bulunması da şarttır. Ancak böyle olursa bu mağarayı turizme açıp koruyabileceğiz (!) Bunun dışında kalan, örneğin turistik merkezlere 3 saatlik uzaklıkta bulunan bir mağaranın (turizm için uygun görülmediğinden) korunabilme şansı da yoktur.
Dikkat edilirse, burada konunun merkezine turizm oturtulmuştur. Koruma olayı ve diğer bütün şeyler buna tabi kılınmaktadır. Bu yaklaşım ile mağaraların hiçbir zaman korunabileceğini sanmıyoruz. Bizler bu yaklaşımın tam tersini düşünüyoruz. Yani konunun temeline mutlaka koruma anlayışı yerleştirilmeli ve mağaralarla ilgili tüm konular ve turizm bu temelden değerlendirilmelidir.
Ülkemizde binlerce mağara bulunmaktadır. Temuçin Aygen, karstik alanların genişliğine bakarak ülkemizde 40 bin dolayında mağara olduğunu tahmin etmektedir. Bakanlık tarafından öne sürülen model çerçevesinde koruyarak kullanabileceğimiz mağara sayısı ise çok küçük bir rakamdır. Bakanlık, söz konusu bölge sınırları içerisinde kalan 72 mağaranın araştırmasını yaptırarak ilk belirlemede 12 mağaranın uygun olduğunu saptamıştır.
Sonuç olarak, ilgili bölgede sadece 12 mağara model kapsamında turizme açılarak korunabilecektir. Peki, aynı bölgede yeralan ve araştırması yapılmış 60 mağara ile araştırması yapılmamış diğer mağaralar ne olacak? Ya da ülkemizin diğer bölgelerinde yeralan binlerce mağara ne olacak? Bunların hepsini turizme açacak halimiz yok; çünkü turizm ticari bir etkinliktir ve temel dürtüsü kardır.
Ne özel sektör, ne de devlet kar getirmeyecek bir alana yatırım yapmak istemeyecektir. Böylece bu mağaraları koruyabilme şansımız olmayacaktır. Bu şartlarda 'Koruma-Kullanma Modeli'nin mağaraları gerçekten korumayı hedeflemediği açıktır.
Turizme açılan mağaraların korunup korunamayacağı da ayrı bir tartışma konusudur. Bizce bir mağaranın turizme açılması, o mağaranın korunmasını değil, tahrip olmasını gerektirmektedir. Bunu kanıtlayabilmek için çok şey söylemeye gerek yok; sadece daha önceden turizme açılmış 10 mağaraya şöyle bir bakmak yeterli olacaktır.
Bu mağaraların içler acısı durumu, turizm ve koruma kavramlarının bir bütün oluşturamayacak kadar birbirini dışladığının en güzel göstergesidir. En idealize bir yaklaşımla bütün tedbirlerin alındığını varsaysak bile, tam bir koruma sağlamak mümkün olmamaktadır.
Burada genellikle şu soru ile karşılaşıyoruz: Peki hiçbir mağarayı turizme açmayacak, koruma uğruna bütün doğal değerlerimizi gözlerden gizleyecek miyiz? Elbette hayır. Bizler sadece mağaraların değil, tüm güzelliklerin paylaşılmasından ve insanlığa mal olmasından yanayız. Mağaraları gezebilme ayrıcalığının bir avuç mağaracının tekelinden çıkartılıp farklı insanlara yayılabilmesi herkesten önce bizleri sevindirecektir. Bizim savunduğumuz, bu olayın son derece bilinçli bir şekilde ele alınması, yerinde ve zamanında verilecek kararlarla mağaralarımızın tahrip olmasının önüne geçilmesidir.
Burada en başta hangi mağaralar turizme açılabilir, hangileri açılamaz sorusuna bir yanıt bulmamız gerekmektedir. Turizm Bakanlığı bir mağaranın turizm açısından değerlendirmesini yaparken, bilimsel anlamda bu tür bir ayrıma gitmemektedir. Bakanlık, bir mağaranın turizme açılabilmesi için turistik merkezlere 2 saatlik uzaklıkta bulunmasını yeterli görmektedir. Hiçbir bilimsel kritere dayanmayan bu ayrım tamamen ticaridir. Bu bakımdan, her şeyden önce turizm açısından mağaralarımızın bilimsel temellere dayanan bir sınıflandırmasını yapmamız gerekmektedir.
MAĞARALARIMIZIN TURİZM AÇISINDAN SINIFLANDIRILMASI
A)BİRİNCİ GRUP MAĞARALAR
İnsan girişine ve turizme tamamen kapalı olan mağaralardır. Bu tür mağaralara yetkili kurumlardan alınacak özel izinle sadece araştırmacılar ve bilim adamları girebilir. Bu gibi mağaraların ağzına demir parmaklık yapılarak giriş kesin olarak engellenmelidir. Aşağıdaki özellikleri taşıyan mağaraları bu grupta toplayabiliriz :
1)Arkeolojik kalıntıları bulunduran, kazı ve araştırma çalışmaları yapılmamış ya da tamamlanmış olan mağaralar.
2)Yarasaların koloniler halinde yaşadıkları ve üremek amacıyla kullandıkları mağaralar. Bu tür mağaralara özellikle kış aylarında kesinlikle girilmemelidir.
3)Biospeleolojik açıdan önem taşıyan, bilimsel araştırmalar için kullanılabilecek ve troglobit sınıfına giren özel mağara canlılarının yaşadığı mağaralar.
4)Paleontolojik ve antropolojik kalıntıların bulunduğu mağaralar.
5)Türünün tek örneği sayılabilecek, çok nadir görülen oluşum ve bazı özel değerleri bulunan mağaralar.
B) İKİNCİ GRUP MAĞARALAR
İnsan girişine kısmen açık, ancak turizme açılmamış mağaralardır. Bu tür mağaralara, mağaracı dernek ve kulüplerin üyeleri araştırma ve eğitim amacıyla girebilirler. Mağaralara tur düzenleyen özel tur şirketleri, mağaracı dernek ve kulüplerden rehber almak koşuluyla bu tür mağaralara gezi düzenleyebilirler.
Özet olarak, bu gruba giren mağaralar özel ilgi gruplarına hitap eden mağaralardır. 'Özel ilgi grubu' kavramıyla mağaracı dernek ve kulüpleri kastediyoruz. Bu gruplar, yetkili makamlardan alınacak izinle bu mağaralara girebilmelidirler; ancak bu izinin her etkinlik için ayrı ayrı alınması bürokratik işlemleri fazlasıyla artıracaktır.
Özel ilgi gruplarına bu izin bir defaya mahsus olmak üzere verilmeli ve düzenlenecek farklı etkinlikler için de geçerli olmalıdır. Özel ilgi grupları dışında kalan kişilerin bu mağaralara girmek istemeleri durumunda ise, yapılacak her gezi için izin alınması ve mağaracı dernek ve kulüplerden rehber alınması zorunluluğu getirilmelidir. Burada, bu tür mağaralarda rehberlik yapabilecek kişilerin nitelikleri üzerinde durmak istiyoruz.
Mağara Turist Rehberi : Bu rehberlerin belli bir mağaracılık deneyimine sahip olmaları şarttır. Mağaralara özgü koşulları iyi bilmelidirler. Mağarayı gezecek grubun güvenliğini sağlayabilecek bilgi ve deneyimin yanı sıra, mağaraya ilişkin tüm bilgileri verebilecek düzeyde olmaları gerekmektedir. Mağarayı gezen grubun mağaraya verebileceği zararları önlemek bu rehberlerin sorumlulukları arasında yer almalıdır. Eğer yabancı bir grup gezdiriliyorsa, söz konusu rehberlerde yabancı dil bilme şartı da aranmalıdır. Bizler, mağaracı dernek ve kulüplerin üyeleri içinden bağlı bulundukları kuruluşun yönetim kurulu tarafından 'yeterlilik belgesi' almış kişilerin mağara turist rehberi olarak belirlenmesinin yararlı olacağı görüşündeyiz. Böylelikle, derneklerin karşılaştıkları maddi sorunların çözümüne de katkıda bulunulmuş olacaktır.
C) ÜÇÜNCÜ GRUP MAĞARALAR
Üçüncü grupta turizme açılmış olan mağaraları toplamaktayız. Bu mağaralar; Turizm Bakanlığı, ilgili yerel yönetimler ya da özel kişiler tarafından işletilebilen, içinde ışıklandırma, gezi yolu vb. düzenlemeleri yapılmış, dışında da hizmet sunabilmek amacıyla çeşitli tesisleri bulunan mağaralardır. Bu mağaralara giriş ücretini ödeyen herkes girebilir.
Ziyaretçilerin bu mağaralara girişi sırasında yanlarına rehber verilmesi, mağaranın ve ziyaretçilerin güvenliği açısından zorunludur. Söz konusu rehberler belli bir kurstan geçirilerek mağara hakkında bilgi sahibi yapılabilir. Turizme açılmış olan mağaraların Turizm Bakanlığı tarafından denetleneceği kesindir.
Bizler, burada bir öneri olarak, mağaracı dernek ve kulüp temsilcilerinden oluşan bir 'Denetleme Kurulu'nun, ya da her yıl görevlendirilecek bir dernek veya kulübün belli aralıklarla bu tür mağaralarda özel denetim yapabilmeleri gerektiğini savunuyoruz.
Bu denetimler sonucu tutulan raporlar Turizm Bakanlığı'na iletilip, daha etkin bir denetim mekanizması oluşması sağlanabilir.
D) DÖRDÜNCÜ GRUP MAĞARALAR
Yukarıda saydığımız ilk üç grup mağara bilinen mağaralardır. Bunların en azından ön araştırmaları tamamlanmıştır.Dördüncü grupta yeralan mağaralar ise, bilimsel anlamda araştırması yapılmamış, yöre insanının dışında bilinmeyen ve literatüre geçmemiş mağaralardır.
Bu tür mağaralar genellikle mağaracı dernek ve kulüpler tarafından araştırılarak ortaya çıkartılmaya uğraşılmaktadır. Bu tür mağaraların ortaya çıkartılması amacıyla yapılacak araştırma etkinliklerinin ilgili yerel yönetimlere bilgi verilerek yürütülmesinin uygun olacağı görüşündeyiz. Tespit edilen mağaraların insan girişine ve turizme açılıp açılmayacağı, mağarada yapılacak araştırmaların sonuçlarına göre belirlenecektir.
MAĞARALARIN TURİZM DIŞI KULLANIMI
Ülkemizde mağaralar, turizm dışında en yaygın olarak ağıl şeklinde kullanılmaktadır. Giriş ağzı geniş olan mağaralar yöre köylüleri ve çobanlar tarafından keçi ve koyun gibi küçükbaş hayvanların barınağı haline getirilmiştir. Ağıl olmasının dışında, fazla değişmeyen ısı ve nem oranlarına sahip olduğu için mağaralarımızın bir kısmı da depo olarak, özellikle de narenciye ve peynir depolamak amacıyla kullanılmaktadır. Fazla yaygın olmamakla birlikte mantar üretimi ve sağlık gibi amaçlar için de mağaraların kullanıldığı bilinmektedir.
Yukarıda 'Birinci Grup Mağaralar' olarak nitelediğimiz, insan girişine ve turizme kapalı olması gerektiğini savunduğumuz mağaralar, kuşkusuz turizm dışı kullanımlara da kapalı olmalıdır. Birinci grubun dışında kalan mağaraların turizm dışı kullanımları, mağaraya hiçbir zarar verilmemesi şartıyla ve mutlaka denetlenerek, yetkili kurumlardan alınacak izine bağlı olmalıdır. Ağıl olarak kullanılması durumu en az denetlenebilen durumdur.
Hayvanların mağaraların içlerine kadar girmedikleri düşünüldüğünde bu durumun mağaraya pek zarar vermediği sanılabilir. Oysa arkeolojik özellikleri bulunan mağaralarda giriş ağzı buluntuların en çok bulunduğu yerdir. Köylerde çobanlar, genellikle bütün köyün hayvanlarını toplu olarak otlatmakta ya da belli bir kişiye ait hayvanları otlatmaktadırlar.
Bu tür özelliği olan mağaralarda köy muhtarları, sürü sahipleri ve çobanlar uyarılarak mağara ağızlarının ağıl haline getirilmesi engellenebilir. Konu sadece köy muhtarlarının vicdani sorumluluğuna terk edilmemeli, birtakım yasal düzenlemeler yapılarak bazı yaptırımlar koyulmalıdır.
MAĞARA TURİZMİ EKONOMİK ANLAMDA NASIL BİR YATIRIMDIR?
Mağara turizminden bir gelir bekleyebilmek için elbette bazı yatırımların yapılması gerekecektir. Bunları, mağara dışı yatırımlar ve mağara içi yatırımlar olarak ikiye ayırabiliriz. Mağara dışı yatırımlar genel olarak ulaşım yollarını ve konaklama tesislerini, mağara içi yatırımlar ise ışıklandırma ve güvenli gezi yollarını kapsamaktadır.
Mağaranın turizme açılması için bu yatırımlarda asgari ölçülere bağlı kalmak da yetmeyecek, turistin rahatının sağlanabilmesi için yüksek miktarlarda harcamalar yapılması gerekecektir. Ayrıca bunların bakımı için de sürekli olarak küçümsenmeyecek giderler olacaktır.
Mağaralardan elde edilecek gelirleri ise şöyle sıralayabiliriz: Birincisi mağaralara ve bunların bulunduğu bölgelere giriş ücreti, diğeri ise konaklama tesislerinden ve düzenlenecek turlardan elde edilecek gelirler olacaktır.
Yatırımların ve gelirlerin resmi ve özel kurumlar arasında paylaşılmasına gelince ise şunu görüyoruz; konu ile ilgili resmi kurumlar, konunun özellikleri nedeniyle mağara içi ve dışı yatırımların tamamına yakın kısmını üstlenmek durumundadırlar. Elde edilen gelirden ise payları yalnızca giriş ücreti olacaktır. Konaklama tesislerinden ve turlardan elde edilen gelirler ise özel kurumlara kalacaktır. Giriş ücretlerinin büyük bir kısmı da mağaranın ve bölgenin bakımı için harcanacaktır.
Bu mağaraları görmeye gelecek kişilerin büyük çoğunluğunu ise mevcut turizm olanaklarından yararlanmak amacıyla belli bir süre için ülkemizde bulunan kişiler oluşturacaktır. Bu kişiler, yüksek harcamalar gerektiren tanıtım çabalarından etkilenerek, belki kısa bir süre için bu mağaralara uğrayacaklardır. Ülkemiz turist potansiyelinin büyük bir bölümünü oluşturan bu kişiler mağara görmek için kalış sürelerinin bir kısmını ayıracaklar, fakat büyük bir olasılıkla uzatmayacaklardır. Sırf mağara görmek için ülkemize gelecek kişileri de turist olarak değil, araştırmacı olarak nitelememiz gerekir. Bu kişiler için de yatırımların hatta turizme açılma işleminin yapılması gerekmez.
Bu konuların ışığında, mağaraların turizme açılmasından 'büyük bir ek gelir' beklenmemesi gerektiği sonucuna varılmaktadır.
Yine de olaya ekonominin çok iyimser bir açısından bakmamız durumunda, yapılacak parasal yatırımların geri ödenebileceğini, ödenmese bile ülke tanıtımında önemli bir rol oynayacağını, bu olumlu rolün gelecekte dolaylı ya da dolaysız bir değer olarak kendisini göstereceğini düşünebiliriz. Ancak aklımıza gelmesi gereken diğer bir husus, ekonomik değerlerle ifade edilmesi mümkün olmayan doğal zenginliklerimizden büyük kayıplarımızın olacağıdır.
Olayın en acıklı yönü ise, oldukça tahrip olmuş bir mağaranın hiçbir ekonomik değer karşılığında eski durumuna gelmesinin mümkün olmayacağıdır.
Ekonominin olumlu gelişmesi için bazı fedakarlıklar yapılmasının gerekli olmasına karşılık, zaten büyük bir ek gelir getirmeyeceği açık olan bir alana, üstelik milyonlarca yılda oluşmuş ve hiçbir ekonomik değer ile ölçülemeyecek doğal değerlerimizi yok ederek mağaraları turizme açmak her açıdan olumsuz görünmektedir.
BİR MAĞARANIN TURİZME AÇILIP AÇILMAMASINA KARAR VERİLMESİ İÇİN YAPILMASI GEREKEN ARAŞTIRMALAR
Bir mağaranın turizme açılabilmesi için kuşkusuz mağara ile ilgili birçok araştırmanın yapılması gerekmektedir. Gerekli araştırmaların yapılmamış olması ya da yeterli düzeyde araştırılmaması, ileride düzeltilmesi mümkün olmayan pek çok soruna yol açmaktadır. Bu durum, mağaranın gereksiz yere tahrip olmasına ve mağaraya yapılan yatırımın kısa bir sürede ekonomik anlamda boşa çıkmasına neden olmaktadır. Bu tür bir sonuçla karşılaşmamak için yapılması gereken araştırmaları şu şekilde sıralayabiliriz:
1 - JEOLOJİK ve HİDROJEOLOJİK ARAŞTIRMALAR
A) Aktif özelliği devam eden mağara ve düdenlerde ani ya da mevsimlik yağışlar su seviyesinde çok hızlı bir şekilde yükselmeye neden olmaktadır. Bu tür mağaraların turizme açılması durumunda yıllık yağış miktarları ve mağara su seviyesindeki yükselişler kesin olarak belirlenmelidir. Bu yükselişlerin zaman ve miktar olarak saptanmamış olması durumunda mağarayı ziyaret edecek kişiler için ciddi oranda risk söz konusudur.
B) Bazı mağaralar karstik yer altı kaynaklarının çıkış noktalarında bulunmaktadır. Bu kaynaklardan (mağaralardan) çıkan sular, çevrede bulunan ilçe ya da köylerin içme suyu ihtiyacını karşılamaktadır. Bu tür mağaraların turizme açılarak su kaynağının kirletilmesi, bu suyu kullanana insanların zor duruma düşmelerine neden olacaktır. Ermenek'teki Maraspoli Mağarası ve Safranbolu'daki Hızarini bu konuya örnek olarak gösterilebilir. Bu tür mağaraların bulunduğu bölgelerde çevrenin hidrojeolojik etüdünün yapılması zorunludur.
C) Turizme açılacak mağaranın ve mağaranın bulunduğu bölgenin hidrojeolojik incelemeleri tamamlanmadan mağara turizme açılırsa, bölgede yaşayan insanların su temini amacıyla açacakları artezyen kuyuları mağara içindeki su seviyesinde düşme yaratacaktır. Böylece mağaranın görsel güzelliğinin ayrılmaz bir parçası olan göller kuruyacak ve mağara çirkin bir görünüm alacaktır. Bu durum hem mağaraya zarar verecek, hem de yapılan yatırımları boşa çıkaracaktır. Burdur İnsuyu Mağarası'nı bu konuya örnek olarak gösterebiliriz.
D) Bazı jeotermal mağaralarda hidrojen oranı zaman zaman %5'e kadar yükselmektedir. Ani özellikler gösteren bu yükselişlerin ne zaman olacağı belirlenememektedir. Bu tür mağaralar turizme açılacaksa bu konuda ciddi araştırmalar yapılmalıdır.
E) Bazı yerleşim birimlerinde düzenli bir yer altı kanalizasyon sistemi olmadığından kanalizasyon foseptik çukurlar açılarak direkt olarak toprağa verilmektedir. Geçirimli bir litolojiye sahip bölgelerde bu kirli sular, yerleşim yerleri yakınlarında bulunan mağaraların içinde birikmekte ya da yağışla birlikte mağara içlerine kadar taşınmaktadır. Bölgede su kimyası çalışmaları yapılmamışsa, yerleşim yerlerine yakın mağaraların turizme açılması mağarayı ziyaret edecek kişilerin sağlığı açısından sakıncalı olabilir. Zonguldak civarındaki Kapız Mağarası bu konuya örnek olarak verilebilir.
F) Bilindiği gibi, bir mağara turizme açılırken içinde ve dışında birtakım düzenlemeler yapılmaktadır. Mağara içinde pasajlar genişletilirken, mağara dışında da yol açımı ve çevre düzenlemesi çalışmaları sırasında dinamit kullanılmaktadır. Bu çok zararlı ve yanlış bir yöntemdir. Dinamitin patlaması sonucu oluşan titreşimler mağaradaki oluşumların çatlamasına ve kırılmasına neden olmaktadır. Mağara turizme açılmadan önce bölgenin jeolojisi incelenir ve yol açımı ile diğer düzenlemeler için daha uygun mağaralar seçilirse, bu tür zararlar oluşmayacaktır. Örneğin Tuluntaş Mağarası'ndaki oluşumlar, taş ocağından taş çıkartılması için patlatılan dinamitler sonucu büyük oranda kırılmıştır.
G) Bir mağara turizme açılmadan önce jeolojik ve hidrojeolojik araştırmalar yapılarak mağaranın aktif bir sistem mi, yoksa fosil bir mağara mı olduğu belirlenmeli ve turizme açılma kararı verilirken aktif mağaralar tercih edilmelidir. Fosil mağaralarda turizme açılma sonucunda oluşabilecek kirlilik doğal süreçler tarafından giderilememekte ve mağaranın gördüğü zarar yok edilememektedir. Aktif mağaralarda oluşacak kirliliğin zaman içerisinde kendi kendine onarılma şansı vardır.
H) Paleontolojik Araştırmalar : Mağaralarda mağara içi tabakalar arasında ya da ana kayaç içerisinde çeşitli fosillere rastlanabilmektedir. Bu fosillerin paleontologlar tarafından incelenmesi sonucunda hem mağaranın ve bölgenin jeolojisine ait bilgiler elde edilmekte, hem de fosilbilim açısından incelenmesi yapılmalıdır. Bu tür mağaraların incelemesi yapılmadan turizme açılması sakıncalıdır.
Yapılması gereken bütün bu araştırmaların uzun zaman alacağı kesindir. Bu araştırmaların bir çoğu için mağaraya değişik zamanlarda defalarca girmek, ölçümler ve örnekler almak gerekecektir. Ülkemizde bu araştırmalar ciddi olarak yapılmamaktadır.
2- BİOSPELEOLOJİK ARAŞTIRMALAR
Bilindiği gibi mağaralarda birçok canlı yaşamaktadır. Mağaraların en belirgin özelliği olan ışık yokluğu, besin kıtlığı, yüksek nem oranı ve neredeyse sabit sayılabilecek ısı burularda yaşayan canlıların bu ortama adapte olabilmeleri sorununu doğurmuştur. Bugün biospeleoloji denilen bilim dalı bu sorunla, yani mağaralarda yaşayan canlı türleri ve bu türlerin geçirmiş olduğu evrimle uğraşmaktadır. Bu bilgiler yaşadığımız dünyanın daha anlaşılabilir kılınması için gereklidir.
Mağaralara çeşitli nedenlerle giren canlıların yanısıra, mağara yaşamına adapte olmuş canlılar da bulunmaktadır. Genel bir sınıflandırmaya dayanarak troglobit adını verdiğimiz bu canlıların özelliklerinin araştırılması, insanlığın evrimini daha iyi anlayabilmemiz açısından önemlidir. Bu nedenle, mağaraların turizme açılmadan önce biospeleolojik açıdan incelenmesi şarttır.
Eğer mağarada troglobit sınıfına giren türden özel mağara canlıları yaşıyorsa bu mağaraların kesin olarak turizme açılmaması gereklidir. Aksi takdirde, çok nadir olarak rastlanan ve uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınmış bu canlıların ölümüne neden olunacaktır. Mağara atmosferinde meydana gelecek ufak bir değişiklik, nem oranındaki farklılaşma ya da mağara ısısının değişmesi bu canlıların yok olmaları anlamına gelmektedir.
Biospeleolojik araştırmalar, mağara canlı türlerinin saptanmasının yanı sıra bu türlerin özelliklerini, yaşama şartlarını, üreme şeklini, beslenmesini v.b. tüm özelliklerini saptamayı gerektirmektedir. Bunu gerçekleştirebilmek için mağara içinde değişik mevsimlerde yapılacak ölçüm ve gözlemlerle veri toplamak, deneyler yapmak zorunludur. Bu şartlarda bir mağaranın biospeleolojik incelemesinin yapılması yıllar sürecek titiz bir çalışmayı öngörmektedir.
Ülkemizde turizme açılması planlanan hiçbir mağarada bu şekilde ciddi bir biospeleolojik araştırma yapılmamıştır. Zaten yabancı araştırmacıların yapmış olduğu 1-2 incelemenin dışında ülkemizde bu konuda yapılmış araştırma da yoktur.
Yurdumuzda mağara canlıları içinde en yaygın grubu yarasalar oluşturmaktadır. Yarasalar, kış uykusuna yatmak ve üremek amacıyla hayatlarının belli bir kısmını mağarada geçirmektedirler. Ülkemizdeki yarasaların tamamı böcek yiyerek beslenmekte ve 'Cüce Yarasa' adı verilen bir türünün dışında bütün türleri uluslararası sözleşmelerle korunma altında bulunmaktadır. Oysa ülkemizde, kendine 'çevreci' görüntüsü veren kişiler bile bu canlıların korunması gerekliliğine inanmış gözükmemektedirler. Yarasaların koloniler halinde yaşadığı mağaraların turizme açılması ya da bu tür mağaralara kışın girilmesi ekosistemimizin bozulmasına neden olmaktadır.
Turizm Bakanlığı'nın mağaraları turizme açarken konuya gereken özeni göstermesini ve doğaya karşı duyarsız davranılmasına biran önce son verilmesini bekliyoruz.
3- ARKEOLOJİK ve ANTROPOLOJİK ARAŞTIRMALAR
Mağara giriş ağzında ve içinde yapılacak ön araştırmada çeşitli seramik kırıklarına, fazla miktarda insan ya da hayvan kemiklerine rastlanıyorsa bu mağaranın arkeolojik ve antropolojik kalıntıları bulundurma ihtimali kuvvetlidir. Mağara içinde mezar odaları, mezar stelleri, su sarnıçları, duvarlarda çeşitli yazı ya da resimler en çok rastlanan mağara bulgularıdır. Yapılacak yüzey araştırmaları ve gözlemler sonucu bu tür özellikler taşıdığı belirlenen mağaralarda biran önce arkeolojik kazıların başlatılması hem mağaranın korunabilmesi, hem de kaçak kazıların önlenebilmesi için gereklidir.
Mağara ve insan ilişkisinin geçmişi, insanoğlunun yeryüzünde görülmeye başladığı zamandan günümüze kadar uzanmaktadır. Tarih öncesi devirlerde insanlar tarafından doğal bir sığınak olarak kullanılan mağaralar, antik dönemde de ölü gömme ve dinsel nedenli bazı amaçlarla kullanılmıştır. Bu nedenle insanoğlunun gerek fizyolojik, gerekse kültürel evriminin izlerine en yoğun olarak mağaralarda rastlanmaktadır.
Bugün ülkemizde, paleolitik devirlere kadar uzanan bulgularıyla kat kat uygarlık kalıntıları bulunduran, arkeolojik açıdan çok önemli mağaralar bulunmaktadır. Bizler de ANMAK olarak yaptığımız araştırma etkinlikleri sırasında çeşitli mağaralarda insanlığın eski dönemlerine ait izlere rastladık.
Bu tür mağaralarda tespit edilecek ufak bir bulgu henüz kesinlik kazanmamış birçok konuyu aydınlığa kavuşturabilir. Bundan sonraki çalışmalarımızda ortaya çıkartacağımız bu tür mağaraların SİT alanı olarak tescil edilmesi amacıyla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'ne araştırma raporlarımızla birlikte başvuracağız. Bir mağaranın SİT alanı olarak tescil edilmesi, mağaranın korunmasına yönelik hukuki bir çerçeve yaratmakla birlikte pratikte mağaranın korunabilmesi için mağara ağzının demir parmaklıkla kapatılması, ilgili köy ya da ilçe görevlilerinin uyarılması ve konunun denetlenmesi gibi daha farklı önlemler almak da gerekmektedir. Bu konuda Haymana'da bulunan Demirözü Mağarası iyi bir örnek oluşturmaktadır.
Demirözü Mağarası SİT alanı olarak tescil edilmiş olmakla beraber, defineciler kaçak kazılarını hala çok rahat bir şekilde sürdürmektedirler. İşin diğer bir ilginç yanı da kendisiyle görüştüğümüz Demirözü Köyü muhtarının, mağaranın SİT alanı olduğu konusunda bir bilgisinin bulunmamasıdır.
Bizler, arkeolojik ve antropolojik kalıntıları olan, ancak kazı ve araştırma çalışmaları yapılmamış mağaraların turizme açılmasına kesinlikle karşıyız. Turizme açılması için önce kazı çalışmalarının tamamlanması ya da Karain Mağarası örneğinde olduğu gibi kazı çalışmaları devam ederken denetimli bir şekilde turizme açılmasının daha uygun olduğunu düşünüyoruz.
MTA RAPORLARININ NİTELİĞİ
Bilindiği gibi yurdumuzda mağaraları turizme açma yetkisi Turizm Bakanlığı'na aittir. Ancak, bakanlığın kendi bünyesinde mağaraların turizm açısından incelemesini yapabilecek bir birim yoktur. Bu konudaki araştırmalar MTA Genel Müdürlüğü Jeoloji Etüdleri Dairesi Speleoloji Proje Grubu tarafından yürütülmekte ve sonuçlar rapor halinde bakanlığa sunulmaktadır. Turizm Bakanlığı bu raporları değerlendirip mağaranın turizme uygun olup olmadığına karar vermektedir.
1979-1989 yılları arasında MTA tarafından 150 kadar mağaranın incelemesi yapılmıştır. Bu çalışmalara ilişkin raporlar incelendiğinde araştırmaların yetersiz ve yüzeysel olduğu dikkati çekmektedir. Yapılması gereken birçok araştırma ya hiç yapılmamakta, ya da konu hakkında herhangi bir uzmanlığı bulunmayan kişilerin gözlemleri ile yetinilmektedir. Mağarada yapılan inceleme, haritasının çıkartılması ve jeolojisi hakkında bir-iki paragraflık yazı hazırlanmasının ötesine geçmemektedir. Arkeolojik ve biyolojik incelemeler ise gözlem düzeyine bile ulaşamamaktadır.
Bizce, bir mağaranın turizme açılıp açılmamasına karar verebilmek için daha önceki bölümlerde açıklamaya çalıştığımız şekilde bilimsel araştırmaların yapılması gerekmektedir. MTA raporları bu nitelikte değildir. Söz konusu raporlarda mağarada arkeolojik kalıntıların bulunduğu, yarasa popülasyonlarının yaşadığı belirtilirken, 'turizme açılabilir' kaydı da düşülmektedir. Sadece bu örnek bile MTA raporlarının doğal değerlerimizin korunması konusunu dikkate almadığını göstermektedir.
Mağara ve turizm ilişkisinin bazı turistik tesislere ve ana karayollarına yakınlık-uzaklık bağlamında ele alındığı görülen MTA raporlarına dayanarak bir mağaranın turizme açılıp açılmamasına karar vermek en baştan yanlış adımların atılmasına neden olmaktadır.
Konunun diğer bir üzücü yanı da, ülkemizde bir mağaranın turizme açılıp açılmaması hakkında sağlıklı ve doğru karar verilmesini sağlayacak nitelikte raporlar hazırlayabilecek bir kurum ya da kuruluşun bulunmamasıdır. Ülkemizde oldukça yeni bir uğraş olan speleoloji konusunda çalışan dernek ve kulüplerin tek başlarına bu yeterlilikte olmadığı görüşündeyiz. Ankara'da ANMAK, DASK, DOST, DOTAD, HÜMAK ve MAD, İstanbul'da BÜMAK, DAD, İTÜ-SAK, Zonguldak'ta ise ZOMMAK gibi dernek ve kulüpler ülkemizde bu alanda etkinlikler yapmaktadırlar.
Bu kuruluşların çalışmalarını nasıl değerlendirdiğimiz ayrı bir yazının konusudur, ancak çok genelleyerek söylersek; ülkemizde mağaracılığın bugüne kadar daha çok sportif yanı ön planda olmuştur. Mağaralarda yapılması gereken bilimsel çalışmalar çok yüzeysel olarak ele alınmış ve mağaranın haritasının çıkarılması ile yetinilmiştir. Ülkemizdeki mağaracı kuruluşların daha nitelikli bir seviyeye ulaşmaları kuşkusuz zaman içerisinde gerçekleşecektir.
Ayrıca mağaracılığın, özellikle mağaralarımızın yoğun olduğu Antalya, Konya ve Gümüşhane gibi illere yayılması, buralarda da mağaracı dernek ya da kulüplerin kurulup çalışmaya başlamaları speleolojik gelişme açısından olumlu sonuçlar verecektir. Özet olarak, mağaracılığın nitel ve nicel olarak yeterli düzeye ulaşmadığı ülkemizde, mağaraların turizme açılması konusunda aceleci davranılmasının ileride düzeltilemeyecek hatalara yol açabileceği görüşündeyiz.
Turizm Bakanlığı'nın bu konuda örnek bir davranış sergileyerek, devlet kurumlarının yanı sıra MAD ve BÜMAK gibi ülkemiz mağaracılığına büyük emekleri geçmiş dernek ve kulüplerin temsilcilerinin de katıldığı bir çalışma grubu oluşturup, konuyu farklı görüşleri de dinleyerek çözümlemeye çalışması bizce çok yerinde bir davranıştır. Ülkemiz mağaracılığının gelişme aşamasında olduğu bu dönemde verilecek kararların daha sağlıklı olabilmesi açısından 'çalışma grubu' oluşturma düşüncesini destekliyoruz. Bizce bu çalışma grubunun, katılmak isteyen diğer dernek ve kulüp temsilcilerine de açık olması, çalışmaların verimini daha da artıracaktır.
TURİZME AÇILMASI PLANLANAN ONİKİ MAĞARANIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Turizm Bakanlığı, yayınlamış olduğu 'Türkiye'nin Speleolojik Olanakları I' adlı kitapçıkta 12 yeni mağarayı turizme açabilmek amacıyla ilgili yerel yönetimlerle temas kurulduğunu açıkladı. Yazımızın bu bölümünde söz konusu 12 mağara ile ilgili bir değerlendirme yapmak istiyoruz.
Genel olarak hangi mağaraların turizme açılmasının daha uygun olduğunu ve turizme açılmasına karar verilmeden önce yapılması gereken araştırmaları yazımızın daha önceki bölümlerinde anlatmıştık. Söz konusu 12 mağarayı bu yazdıklarımızın ışığında tek tek ele almak istiyoruz. Bizler bu mağaraların 6 tanesinin turizme açılmasını sakıncalı buluyoruz. İlk önce bu 6 mağara hakkındaki görüşlerimizi belirteceğiz.
TURİZME AÇILMASINI DOĞRU BULMADIĞIMIZ MAĞARALAR
1 - DİM (GAVURİNİ) MAĞARASI (ALANYA / ANTALYA)
Dim Mağarası, Alanya'nın yaklaşık 10 km. kadar doğusunda yeralmaktadır. Dim Çayı Vadisi üzerinden ayrılan stabilize yol mağaranın önüne kadar çıkmakta ve mağara ağzında bitmektedir. Yolun, mağarayı turizme açabilmek amacıyla bir önceki belediye başkanı döneminde açıldığını öğrendik. Dim Mağarası'nın konumuz açısından en önemli özelliği giriş ağzında arkeolojik kalıntıları barındırmasıdır.
Ağız kısmında, içinde çeşitli seramik kırıklarına da rastladığımız kalın bir dolgu tabakası bulunmaktadır. Arkeolojik amaçlı kazı ve araştırma çalışmaları yapılmamış olan mağarada mil tabakası üzerinde defineciler tarafından açılmış pek çok çukur vardır.
Belediye, mağaraya girişi engelleyebilmek amacıyla mağara içinde üç ayrı yere beton döküp demir parmaklık yaptırmıştır. Birinci parmaklık, mağara ana girişinin yaklaşık 40 m. Kadar ilerisinde bulunan dar bir geçidi tıkamaktadır. Oysa arkeolojik dolgu tabakası zaten bu parmaklığa kadar olan 40 m.lik kısımda bulunmaktadır ve bu haliyle hiçbir koruma altında değildir. Arkeolojik kalıntılar korunmak istiyorsa asıl parmaklık mağaranın ana giriş ağzına yapılmalıdır. Ana giriş kayalarla kısmen tıkanıp bırakılan açıklığa parmaklık yapılabilir. Mağara giriş ağzının 40 m. İlerisinde yeralan birinci parmaklık kilitli olmakla birlikte yanında bir insanın sığabileceği kadar bir boşluk vardır. Sonuçta, parmaklığa karşın buradan mağaraya girilebilmektedir. Aynı olay mağara bacalarından birini tıkayan ikinci parmaklık için de geçerlidir. Bu iki parmaklık bu halleriyle işlevsizdir. Nitekim ANMAK, 26 Mart 1993 tarihinde mağaraya yaptığı etkinlikte parmaklıkların kenarından mağaraya girip çıkmıştır.
Üçüncü parmaklık ise ancak sürünülerek geçilebilen 2 m.lik bir koridoru tıkamaktadır. Bu parmaklık geçidi tamamen kapatmaktadır; fakat kilitli olmadığından girişi engelleyecek durumda değildir. Buraya bir kilit takılabilir. Mağaranın turizme açılması sırasında bu dar geçidin dinamitleme ya da başka şekilde genişletilmesi gerekeceği kesindir. Bu zorunlu genişletme mağaranın doğal ortamına çok zarar verecektir.
Dim Mağarası içinde yaptığımız gözlemlerde herhangi bir arkeolojik bulguya rastlamadık. Bu şartlarda eğer Dim Mağarası turizme açılacaksa, mağaranın ana girişi ile birinci parmaklığın yeraldığı kısma kadar olan yaklaşık 40 m.lik bölüm kapatılarak turizm dışı bırakılabilir. Bu kısmın kazı ve araştırmaları bittikten sonra açılması kanımızca daha uygundur. Söz konusu bölüm tamamen kapatılıp giriş engellendikten sonra mağaraya giriş bacadan verilebilir. Zaten, mağaranın özellikle turist açısından ilginç olabilecek görsel güzellikleri bu bölümden sonra başlamaktadır. Turizme açma çalışmaları sırasında iç düzenlemeler yapılırken bu noktaya dikkat edilirse, mağaranın arkeolojik özelliklerine zarar vermeden turizme açılması sağlanabilir.
Dim Mağarası'nda dikkatimizi çeken diğer bir üzücü durum da, Kestel Belediyesi'nin tüm çöplerini mağara giriş ağzına kadar taşıyıp buradan aşağıya Dim Çayı'na doğru döküyor olmasıdır. Mağara giriş ağzının hemen altının çöplük haline getirilmiş olması hem aşağıda bütün güzelliği ile akan Dim Çayı'nın zaman içerisinde kirlenmesine, hem de turizme açılması planlanan bir yerin turizmi beklemeden pisletilmesine neden olmaktadır.
2 - GEYİKBAYIRI MAĞARASI (ANTALYA)
Antalya Merkez İlçe'ye bağlı Geyikbayırı Köyü'nde bulunan mağaraya ulaşım problemi yoktur. Çünkü mağara, köyün hemen girişinde, köye giren asfalt yolun 2 m. Kadar sağında bulunmaktadır. Yola bu kadar yakın olmasına karşın, giriş ağzı küçük ağaçlarla örtülü durumda olduğundan yoldan görülememektedir.
Toplam uzunluğu 120 m. Kadar olan mağaranın en belirgin özelliği bir vadinin tabanında yeralması ve bu vadiden akan derenin küçük kollarından birinden mağaraya özellikle kışın su sızıntısı olmasıdır. Bu durum mağara içinde kalınlığı 10 - 20 cm. arasında değişen bir çamur dolgunun oluşmasına neden olmuştur.
Yarı aktif bir mağara sayılabilecek Geyikbayırı Mağarası bu özelliğiyle mağara canlıları açısından çok uygun bir yaşama ortamına sahiptir. Nitekim 25 Mart 1993 tarihinde ANMAK olarak yaptığımız inceleme sırasında değişik türde birçok canlıya rastladık : Değişik tür kırkayak ve örümcekler, bir tür küçük sümüklüböcek, havada uçuşan sinek benzeri küçük canlılar, yarasalar, açık gri renkte ve orta büyüklükte, karın kısımları beyaz renkte olan 2 adet fare, mağara çekirgesi vb. MTA raporlarında bu mağarada görüldüğü belirtilen Proteus Angiunus (Mağara Semenderi) türünden daha farklı bir görünüme sahip olduğu tespit edilen mağara kertenkelelerine yaptığımız gözlemde rastlayamadık.
Troglobit sınıfına giren bu canlıların mağarada hala yaşayıp yaşamadığının tespiti için mağarada değişik mevsimlerde daha uzun süreli gözlemlerde bulunmak gerekmektedir. Bundan 10 yıl kadar önce Geyikbayırı Mağarası'nda 5-6 adet olduğu belirlenen pembe renkli, ağır hareket eden, gözleri olan ancak görmeyen bu canlı, ülkemizde ilk kez Geyikbayırı Mağarası'nda görülmüştür.
Geyikbayırı Mağarası bu özellikleriyle biospeleolejik incelemeler ve deneyler için çok uygun bir mağaradır. Turizme açılması yerine, yerli ve yabancı bilim adamlarının araştırılmasına açılması daha uygundur. Mağara giriş ağzı demir parmaklıkla kapatılmalı ve giriş özel izine tabi olmalıdır.
3 - KURUDAĞ MAĞARASI (SELÇUK / İZMİR)
Yaklaşık 50 m. uzunluğunda yatay ve kuru bir mağara olan Kurudağ Mağarası'nın en önemli özelliği arkeolojik kalıntılara sahip olmasıdır. Mağara giriş ağzı dardır ve çağımızda bilinmeyen bir nedenle taş duvar ve harçla örülerek kapatılmıştır. Kapatılan kısım sonra tekrar açılmıştır.
Giriş ağzındaki moloz kalıntıları ve harç izleri bu durumu doğrular niteliktedir. Doç. Dr. Erol Atalay, mağarada değişik zamanlarda araştırmada bulunmuştur. Mağaranın yüzeyde bulunan seramik kırıklarına dayanılarak M.Ö. 4. ve M.S. 4. yüzyıllar arasında kutsal bir yer olarak kullanılmış olduğu düşünülmektedir. Prof. Vetters, Kurudağ Mağarası'nın Nympheler veya Meteorea'lar kültünün merkezi olduğunu; Prof. Kenner ise Nymphe ve Pan kültü için saygı görmüş olduğunu belirtmektedirler. Aslında, rutubetli havası ve damlataş oluşumlarıyla Nymphe kültürü için tipik bir örnek teşkil etmektedir.
Mağarada yeniden toplanan seramik parçaları arasında bir adet Efes tipi geç Helenistik yağ kandili vardır. Küçük buluntuların çoğu kandil parçaları olup, genellikle Roma çağı Önasya tiplerine aittirler. Bulunan kandil parçaları M.Ö. 2. yy. ile M.S. 4. yy. arasında tarihlenmektedirler. Bulunan tüm seramik parçaları ise, Efes ve Efes Yediuyuyanlar'da ele geçen seramik parçalarına çok benzemektedirler. Bu durum, bütün bu eserlerin aynı atölyede yapıldıklarını göstermektedir.
Doç. Dr. Erol Atalay, mağarada iyi bir araştırma yapmak için kazı zorunluluğu olduğunu belirtmektedir. Bizler, Sayın Atalay'ın görüşlerine tamamen katılıyor ve bu kazı çalışmaları tamamlanmadan mağaranın turizme açılmasını sakıncalı buluyoruz.
Kurudağ Mağarası'nın arkeolojik öneminin yanı sıra, biyolojik önemi de vardır. Mağarada büyük bir yarasa kolonisinin yaşadığı bilinmektedir.
MTA raporlarında da belirtilen bu durumdan Doç. Dr. Atalay da bahsetmekte ve mağarada yüzlerce yarasanın koloni halinde yaşadığını ve mağara tabanının bu yarasaların gübresiyle dolmuş olduğunu eklemektedir. Yarasa kolonisinin varlığı da mağaranın turizm açılmasını engelleyen ikinci neden olarak karşımıza çıkmaktadır.
4 - SIRTLANİNİ MAĞARASI (KARACASU / AYDIN)
Güneye bakan mağara giriş ağzı 3 m. Kadar süren dar bir geçitten sonra genişlemektedir. Geniş bir salon ve 6-7 tane küçük salondan oluşan mağaranın içinde büyük bir yarasa kolonisi yaşamaktadır. Ayrıca, son yıllara kadar mağara sırtlanlar tarafından barınak olarak kullanılmaktaydı. Mağara içinde bu hayvana ya da bu hayvanın kurbanlarına ait birçok kemik bulunmaktadır.
Ancak mağaraya giren insan sayısındaki çoğalma, sırtlanların yavrularını büyütebileceği daha güvenli bir ortam bulabilmek amacıyla mağarayı terk etmelerine neden olmuştur. Düşünen yaratıkların en zekisi olan insanoğlunun doğal denge ile bu şekilde bilinçsizce oynamasının kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. Aynı bilinçsiz tavrı devam ettirip yarasa kolonisini de katletmek istemiyorsak, mağaranın turizme açılmasına krşı çıkmak durumundayız. Oldukça dar olan mağara girişinin genişletilmesi zorunluluğu da mağaranın doğal ortamını bozucu etkiler yapacaktır.
5 - İNKAYA MAĞARASI (SEFERİHİSAR / İZMİR)
Mağara içinde çeşitli seramik kırıklarına bol miktarda rastlanıyor olması mağaranın insanlar tarafından kullanıldığını göstermektedir. Kazı ve araştırma çalışmaları yapılmamış olan bu mağarada defineciler kaçak kazı yapmaktadır. Bu bakımdan mağaranın korunabilmesi için önlemler almak gerekmektedir.
Defineciler arkeolojik değerlerimize zarar verdikleri gibi, mağaradaki sarkıt ve dikitleri de 'içinde altın saklanmış olabilir' düşüncesinden hareketle kırmaktadırlar. Doğal ve kültürel değerlerimizin cahilce tahrip edilmesini önleyebilmek açısından mağara girişi demir parmaklıkla kapatılmalı ve giriş-çıkışlar denetlenmelidir. İnkaya Mağarası arkeolojik özelliklerinin yanı sıra büyük bir yarasa kolonisi ile çok miktardaki beyaz ve gri renkli fareyi barındırmaktadır. Bütün bu özellikler dikkate alındığında mağaranın turizme açılmasının sakıncalı olduğu ortaya çıkacaktır.
6 - ASLANLI (YAREN) MAĞARASI (KUŞADASI / AYDIN)
110 m. uzunluğunda olan mağarada büyük bir yarasa kolonisi yaşamaktadır. Bu açıdan turizme açılması sakıncalıdır.
ALTERNATİF MAĞARA TURİZMİ POLİTİKASI NASIL OLABİLİR?
Turizm Bakanlığı tarafından belirlenen 12 mağaradan, yukarıda özelliklerini saydığımız 6 mağaranın dışındaki diğer 6 mağara (Papazkayası, Küçükdipsiz, Büyükdipsiz, Peynirdeliği, Yalandünya, Altınbeşik) şu anda özel ilgi gruplarına hitap eden mağaralardır ve bu şekilde kalmaları bizce daha uygundur. Çünkü bir mağaranın doğal ortamına zarar vermeden turizm projesi hazırlayabilmek imkansızdır.
Gerek mağaraya ulaşımı sağlayacak yolun açılması, gerekse mağara içi düzenlemeler sırasında doğal ortamın zarar göreceği kesindir. Bu şartlarda, gerçek bir koruma hedefleniyorsa klasik biçimiyle sürdürülen turizm anlayışından vazgeçilmek zorundadır. Burada alternatif mağara turizmi politikalarının üretilmesi zorunluluğu karşımıza çıkmaktadır. Bizler bu konuda öneri olarak şunları söyleyebiliriz; kanımızca mağara turizmi olayı mağara içinde hiçbir düzenleme yapılmaksızın gerçekleştirilmelidir.
Bugün mağaracılar mağaralara nasıl girip çıkıyorlarsa, yerli ya da yabancı turistler de aynı şekilde mağarayı ziyaret edebilirler. Kuşkusuz bu durumda turistlerin belli özverilerde bulunmaları gerekecektir. Zaten çok özelleşmiş bir beğeni olan mağara gezme fikrini cazip bulanlar, belli özverilerde bulunmaya en azından düşünsel olarak hazır kişiler olacaktır. Karşılaşılabilecek zorlukları, mağara seçiminde gösterilecek titizlikle aşmak mümkündür. Mağara içi gezi sırasında tecrübeli rehberlerin bulunması gezinin düzenli ve güvenli bir şekilde yürütülmesini sağlayabilir.
Üstelik mağaraların bu şekilde turizme açılması, Turizm Bakanlığı'nın yapacağı pek çok harcamayı ortadan kaldıracak ve yapılacak yatırımın maliyetini en aza indirecektir. Mağara içinde ışıklandırma çalışması yapıyoruz diye birçok sarkıt ve dikiti kırmaktan ve metrelerce kablo döşemektense, turistlere birer baret ve karpit lambası ya da pilli kafa lambası vermek çok daha ekonomik ve mantıklıdır. Ancak bu şekilde mağaralarımızın doğal ortamlarını bozmaksızın turizme açabileceğimiz düşüncesindeyiz.
ANKARA MAĞARA ARAŞTIRMA ve KORUMA DERNEĞİ
ANMAK
NİSAN 1993
|