KAZ DAĞLARINDA TREKKİNG

( MİTOLOJİLERİ İLE ÜNLÜ İDA DAĞI )


O koca destanı ilyada'yı okumasaydım eğer, belki de bugün sırt çantamı omuzlayıp İda Dağı'na Zeus'un tapınağını aramaya hiç gitmeyecektim. İda Dağı'nın kırkayağı andıran tepelerinde dolaşırken beni buraya getiren nedenlerin, sadece karşı koyulmaz bir merak ve yaratma içgüdüsünün ötesinde, insan ve kendi duyarlılığı arasındaki ilişkinin yoğunlaşmış bir ifadesi olduğunu düşünüyorum. İda Dağ'ı, tanıklık ettiği tarihe hiç aldırmayan doğallığı ile bize büyülü mekanlar sunarken, aynı anda bu duyarlılığın da sınırlarını keşfetme olanağını bize sunuyor. İda, dün olduğu kadar bugünde öneminden hiçbir şey yitirmemiş. Tanrılara insansı karakterler verilen antropomorfist Antik Yunan'da Yunanistan'ın en yüksek noktası olan Olimpos Dağ'ı, tanrıların yurdu olarak kabul edilmişti. Üçüncü kuşak tanrıların babası olarak bilinen Zeus, çoğu kendi oğulları ve kızlarından oluşan kalabalık bir tanrılar topluluğu ile burada yaşardı. İnsanların en çok açlıktan korktukları bu dönemde, kuraklık, kıtlık ve açlıkla eş anlamlıydı. Yağmur ise, dağların yüksek doruklarından bulut ve gök gürültüleri ile birlikte geliyordu. Belki de bu nedenle insanlara her türlü nimeti sunmaya hazır olan tanrıların göğe en yakın noktalar olan dağların doruklarında yaşadıkları düşünülmüştü.
Yunanistan'da Olimpos Dağın'da yaşadıklarına inanılan bu tanrıların Anadolu'daki mekanları ise İda Dağı'ydı. Yunan mitolojisinde "çok pınarlı İda" ya da "Ana İda" şeklinde anılan bu dağa Anadolu'da bugün Kaz Dağ'ı denilmektedir. Edremit Körfezi'nin kuzeyinde bir dizi dağın doruğunu oluşturan Kaz Dağ'ı 1757 m. yükseklikteki zirvesi ile Marmara Bölgesi'nin en yüksek dağıdır. İda Dağ'ı, Homeros'un anlattığı çağda yüksek dorukları bulutları delen, kayalarının arsından binbir pınarlar fışkıran, ormanlarında aslanlar ve parsların dolaştığı, yamaçlarında at ve sığır sürülerinin otlatıldığı yemyeşil bir dağmış. Öyle kocaman ve güzelmiş ki, tanrılar Olimpos'dan kalkıp İda'ya ziyarete gelirlermiş. Yunan mitolojisi İda'da geçen bir çok olayla doludur. Azra Erhat haklı olarak, Troia efsanesinin kaynağı İda Dağında'dır diyor.
Efsaneler, tanrılar tanrısı Zeus'un tapınağının ve güzel kokulu sunağının, İda'nın zirvesinde Gargaron'da olduğunu söylüyor. Homeros, Gargaron'u İda'nın zirvesi olarak naklederken, ilkçağ coğrafyacısı Strabon, İda'nın yüksek kısımlarında Gargaron denilen bir yer olduğuna işaret edip, bugünkü Arıklı köyü yakınlarında bir Aiol kenti olan antik Gargara'nın adını buradan almış olduğunu belirtiyor. İşte günlerden bir gün altın yeleli, tunç ayaklı atların çektiği arabası ve işlemeli altın kamçısı ile Zeus, ünlü Troia savaşını seyretmek için İda'nın zirvesinde Gargaron'daki tapınağına gelir. Bu tapınak hakkında bugün elimizde yukarda naklettiğim iki cümleden fazla bilgi yok. 1870'li yıllarda İlyada'daki ip uçlarını değerlendirerek Anadolu'ya gelen ve efsanelerdeki Troia kentini aramaya başlayan Schliemann'ın akıl almaz başarısı bizleri ne kadar yüreklendirse de, bu kadar bilgiye dayanarak Gargaron'u ve Zeus'un tapınağını bulmaya kalkışmak bütün çekiciliğine karşın hiç de akılcı görünmüyor.
Başlangıçta tatlı bir düş olarak gelişen Gargaron'u bulma fikrinin git gide marazi bir tutkuya dönüşmesiyle birlikte yavaş yavaş sırt çantalarımızı da hazırlamaya başladık. İki - üç gün öncesinden loş ışıklı bir birahanenin dumanlı atmosferinde organize ediliveren bir gezi olmasını istemiyorduk İda'nın. Gidilecek ekibin ve rotanın belirlenmesinin yanı sıra, İda ile ilgili efsanelerin derlenmesi, arkeolojik araştırmalar ve her türlü bilginin toplanması epeyce zaman alacağa benziyordu.
Altında "gizli", "kopya edilemez" gibi şeyler yazdığı için Milli Kütüphane fotokopi görevlisinin bir türlü çoğaltmaya yanaşmadığı 1 / 200.000 ölçekli İda Dağ'ı haritasının elde edildiği haberi geldiğinde bütün ekip epeyce sevinmiştik. Oysa sonradan acı tecrübelerle öğreneceğimiz gibi bu ölçekte bir harita ile dağa gitmek aslında kaybolmakla eş anlamlıydı.
Sekiz kişiden oluşan ekibimizle Akçay'dan yürüyüşe başlayıp Kızılkeçili Köy'ü üzerinden zirveye çıkmayı ve sonradan da Karaçamtepe -Narlı - Küçükkuyu rotasını izleyerek İda'yı altı günde geçmeyi planlıyorduk. Akçay'daki zeytinlikler yerini karaağaç, kestane ve çam ağaçlarına bıraktığında, patikalara dönüşerek ilerleyen yol, yavaş yavaş zorlu bir tırmanış halini aldı. İlk bakıştı gayet masum görünen sırt çantalarımızın, tırmanışla birlikte mazoist duyguları tatmin için yaratılmış nesneler olduğunu düşünmekten kendimizi alamıyorduk.
Dağda sık sık kaybolup yolu bile bulmakta güçlük çeken ekibimizin, Gargaron'u ve Zeus'un tapınağını bulacağına olan inancımın git gide zayıfladığı bir anda yerde gördüğümüz antik seramik kırıkları ile birlikte ormanın içinde geniş çaplı bir araştırmaya giriştik. Oldukça sık olan bitki örtüsü araştırmamızı hayli güçleştiriyordu. Bu arada definecilerin kazdıkları çukurlara düşmemek için azami gayret gösteriyorduk. Seramik kırıkları ve çeşitli tuğla parçaları geniş bir alana dağılmış durumdaydı. Taşlar üst üste dizilerek oluşturulmuş bir alana rastladık. Bunun dışında da fazlaca bir şey bulamadık. Buranın Strabon'un coğrafyasında yerini tarif ettiği ve adı üç - dört yerde geçen, antik Astyra kentine ait kalıntılar olabileceğini düşünüyorum. Strabon Astyra'dan küçük bir köy olarak bahsediyor ve içersinde Artemis adına yapılmış kutsal bir alana sahip olduğunu belirtiyor. Ormanın içinde hiç beklemediğimiz bir anda birden karşımıza çıkıveren buranın Astyra olup olmadığı, yada neresi olduğu soruları kafalarımızı kurcalayarak zirveye doğru olan tırmanışımızı sürdürüyoruz. Yürüyüşümüz, çavlanların yolumuzu keserek bizlere serinleme olanağı sunduğu noktalarda molalar vererek devam ediyor. İda'nın zirvesinde eşsiz bir manzara ile karşılaştık. Bütün Edremit Körfezini sisler içersinde görebiliyorduk. Zeus'un tapınağını ve güzel kokulu sunağını bulamamakla birlikte büyülü bir şeylerin etrafımızda dolaştığını, bize seslendiğini, dokunduğunu hissediyorduk.
Bir zamanlar Troia kralı, Priamos'un oğlu Paris'in hakemlik yaptığı o ünlü güzellik yarışmasına ev sahipliği yapmış olan İda Dağ'ı, bugün de konukseverliğinden hiçbir şey yitirmemiş. Yolunuz bir gün İda'ya düşerse Aphrodite'nin tanrıçalar arasında en güzel seçilmesinde büyük katkısı olan Skamandros Nehri'nin ( Küçük Menderes ) kaynağını bulmadan sakın dönmeyin. İda'nın eteklerine yakın bir yerden çıkar Skamandros. Troia savaşında, Akha'lı ünlü komutan Akhilleus'u önüne kattığı gibi kovalayan işte bu Skamandros'dur. Herakles çok susadığında elleri ile kazıp çıkarttı bu nehri. Buz gibi suyundan için, ay ışığında saçlarınızı yıkayın, Aphorodite, güzellik kraliçesi seçilmeden önce ve tüm Troia kızları gerdek gecesi öncesi bu sularda yıkandı unutmayın.
Yolunuz bir gün İda'ya düşerse zirvesine mutlaka çıkın. Derin bir soluk alın orada. Binlerce yıl geçmişten binlerce yıl geleceğe uzanan tarihtir soluduğunuz İda'da. Tanrılar tanrısı Zeus, şu an sizin bulunduğunuz yerden seyretti ünlü Troia savaşını. Yüzünüzü Troia kıyılarına çevirin, bin yıllar önce Akha ordusunun yaktığı savaş ateşlerinin sıcaklığını hissedeceksiniz. Patlamaya hazır bir savaşın habercisidir bu ateşler. Bu savaş, Anadolu'nun en eski şehirlerinden birinin Troia'nın mahfına neden olacaktır.
İda dağ'ı, o günden bugüne bütün ağırbaşlılığı ile bu olayın tek görgü tanığıdır. O da bütün tanıklar gibi soru sorulmadıkça konuşmaz. Onu sorgulamasını becerebildiğinizde içinde aslında hayatın kendisini bulacağınız bir çok hikaye ile karşılaşacaksınız. Hektor ile Andromakhe'nin hikayesi bunların içinde en tüyler ürpertici olanıdır.
Toros Dağları eteklerinde Klikya bölgesinde bir kralın kızıdır Andromakhe. Akhilleus'un, savaş meydanında boğazına kargısını sapladığı Hektor kocasıdır onun. Troia'nın en yüksek surundan aşağıya atılmak sureti ile ölüme mahkum edilen bebek onun oğludur. Yenilgi sonrası, Akhalılar şimdi şişkin karınlı gemileri ile onu köle pazarına satmaya götürmektedirler. İda Dağı'nda kulağınızda çınlayan Andromakhe'nin feryadıdır. İnsanı ürperten derin bir sevgidir Andromakhe'nin Hektor'a duyduğu. O koca destanda İlyada'da belki de yakalayabileceğiniz tek gerçek sevgidir bu.
Bu sevgiyi içinizde derinden hissedebiliyorsanız eğer, yolunuz bir gün İda'ya düşecektir biliyorum. İşte o gün yüce İda, sırlarını yalnız size açacak ve kulağınıza bin yıllar ötesinden gelen bir şeyler fısıldayacak. Başkalarının anlamadığı ve hissetmediği bir şeyler.

YAZAN : YAVUZ İŞÇEN
AĞUSTOS 1991

- AMFORA DERGİSİ EYLÜL 1992 SAYI 4'de YAYINLANMIŞTIR
- DOST DERGİSİ ( BİLKENT ÜNİVERSİTESİ DOĞA SPORLARI DERNEĞİ ) ARALIK 1992 SAYI 2'de YAYINLANMIŞTIR.


Basında ANMAK Listesi'ne Dönmek için tıklayınız...