KIZILÇUKUR MAĞARASI AMAÇ DOĞA İLE MÜCADELE ETMEK DEĞİL ONU KEŞFETMEK

MERAKLIYA ÖZGÜ BİR AYRICALIKTIR GEZGİNLİK

" Sersefil olacaksınız oğlum ! " Evden çıkarken böyle söylüyordu annem. Haksız da sayılmazdı. Bir çok geziden perişan olarak dönmüştük. O an anneme bundan büyük bir haz aldığımızı anlatmak ve onun da beni anlamasını beklemek fazla mantıklı değildi. Hareket noktamız olan Bahçelievler'deki benzinlikte buluştuğumuzda ekibin çoğu gelmişti. Herkesin gözünde aynı coşku ve heyecanı yakalayabilmek mümkündü. Ortak duygulara sahip olmak, yepyeni paylaşımları beraberinde getiriyordu. Benim için de işin en lezzetli tarafı buydu.
Nida, Land Rover'in tekerlerinin havasını ayarlarken, iyi bir mağara bulup bulamayacağımızı soruyordu. Aldığımız bilgilere bakılırsa ( bu camiada bunlara istihbarat deniliyor ) mağara bulacağımız bile kesin değildi. Daha önce Eskişehir bölgesinde çalışmış olan bir orman memuruna, Bolu'da rastlamış ve sohbet esnasında o bölgede mağara olduğu yolunda bir bilgi elde etmiştik. Elimizde bu bir cümlelik bilgiden başka hiçbir şey yoktu. Kanımca bu kadar bilgi, iki günlük bir serüvene çıkmak için yeter de artardı bile. Daha önce hiç mağara bulamayıp elimiz boş döndüğümüz bir çok gezi yapmıştık. Aslında " bu bölgede mağara yok " demek bile bir bilgi idi ve bunu söyleyebilmek için de en sağlıklı yol oraya gitmekti. İşte böyle teselli buluyorduk. Hiçbir akademik başarı kaygısı olmaksızın, hiçbir yere hesap verme zorunluluğu olmadan sadece araştırmak için araştırmak. Gerçek amatörlük işte burada gizliydi. Özgürlük duygusunu olabildiğince hissetmek, yaşamın ayrıntılarında gizlenmiş küçük zevkleri tadabilmenin biricik yoluydu.
Ankara'dan 4 saatlik bir yolculuktan sonra ulaştığımız Süleler Köyün'de karşılaştığımız manzara, yol yorgunluğumuzu bir anda unutturdu. Çam ormanlarının çevirdiği Gökçekaya baraj gölü muhteşem görünüyordu. Süleler Köyü'nün cana yakın ve bir o kadar da meraklı köylüleri ile yaptığımız ilk sohbetten sonra, bölgede, Kızılçukur adı ile bilinen bir mağara olduğunu, daha önceden araştırma amacı ile gelen herhangi bir ekibin olmadığını öğreniyoruz.
Mağaranın ortalarında köylülerin "darboğaz" olarak adlandırdıkları ve içinden dışarıya doğru yoğun bir şekilde rüzgar gelen oldukça küçük bir delik olduğunu ve bu delikten öteye geçen bulunmadığını belirtiyorlar. 3 m. kadar uzunluğu olan ve bir insanın ancak sürünerek zar zor sığabileceği bu delikten biraz tombul gibi görünen benim sığamayacağım konusunda dedikodular köylüler arasında dolaşmakla birlikte, bu söylentilere tabi ki kulak asacak değildim. Şişman demeye de dilim varmıyor ama aslen benden daha tombul olan Gülçin ortalıkta görünmediğinden bütün dikkatler benim üzerime toplanmıştı sadece. ( Gülçin ! istersen tekzip edebilirsin )
Köylüler aralarında bu konuda tartışa dursunlar, bizler köyden yürüyerek yaklaşık 5 saat uzaklıkta bulunan ve ormanın içinde beli belirsiz bir patikadan başka yolu olmayan mağaraya doğru ilerlemeye başladık. Bu yolun belli bir bölümünü baraj gölü üzerinden balıkçı motoru ile gidebilme şansımız olduğu için mutluyduk. Göl üzerinde yaptığımız 30 dakikalık bir yolculuktan sonra karaya çıktığımızda, motorun sahibi Nihat İpek, aynı gün akşam bizi buradan alacağına söz veriyordu.
Nihat'ın sözünü tutacağına güvenerek, yürüyeceğimiz yol hakkında son bilgileri kendisinden almaya çalışıyorduk. " Ormanın içinden dümdüz çıkın yukarda yaylaya ulaşınca oradan birini alısınız size mağaranın yerini gösterir. " Ağustos ayının bezdirici sıcağında mağara malzemeleri ile dolu sırt çantalarımızı yüklenip orman içinden tırmanmaya başladığımızda, terden sırılsıklam olan giysilerimiz ve Kerbelayı aratmayacak susuzluk, en sabırlımıza bile lanet olsun dedirttirecek cinstendi. Annemin ileri görüşlülüğüne bir kez daha hayran oluyordum. Evet ! kadıncağız haklıydı. Sersefil olmaya daha şimdiden başlamıştık.

YERALTININ DERİNLİKLERİNE YOLCULUK
1050 m. yükseklikte yer alan Kızılçukur Mağarası giriş ağzına ulaştığımızda bilinmeyene doğru başlayacak olan yolculuğumuzun heyecanı bütün bedenimizi sarmıştı. Bu heyecan, nice sıkıntılarla örülü yaşamda insanın üretebileceği ufak mutluluklardan biriydi bizim için. Mağaranın yüksek tavanlı geniş galerilerinde, karpit lambamızın soluk ışıkları ile ilerlemeye çalışırken daha önce hiçbir insanın ayak basmadığı yer altının karanlık dehlizlerinde, insan kendisine burada ne aradığını sormadan edemiyor. Tanımı zor bir soyutlanmışlık duygusudur insanın mağaranın karanlığında hissettiği. Kişinin sadece kendi ile olduğunu algıladığı ender anlardan birini tatmak, değişik bir haz verir insana. Zaten bizi de buraya çeken bu ve buna benzer ufak hazlara olan tutkunluğumuz değil mi ?
Kızılçukur Mağarası gerçekten çok güzel görsel zenginliklerle dolu. Pamukkale benzeri traverten oluşumlar. Görkemli sütunlar, çeşitli sarkıt ve dikitler arasında fantastik bir yolculuktan sonra meşhur " Darboğaza " ulaştık. Köylülerin tahminlerinin aksine Gülçin de dahil bütün ekip delikten zor da olsa geçmeyi başardık. Darboğazın sonrasında mağara ana galerisi aynı güzellikte bir süre daha devam edip, büyük bir çöküntü salonla son buluyor.
Orhan, Gülçin ve Ayça'dan oluşan 3 kişilik ekip mağaranın haritasını çıkarabilmek amacı ile ölçümler alırken, ekibin diğer üyeleri mağaranın değişik kısımlarında araştırma ve fotoğraf çalışmalarını sürdürdüler. Dört saatlik bir çalışmadan sonra mağaradan çıktığımızda bütün ekip aynı gururu paylaşıyorduk. Bilinmeyen bir mağarayı gün ışığına çıkartarak literatüre kazandırmanın mutluluğunun yanı sıra, bir günde doğayı yendiğini zannetmenin yarattığı güven ve güçlülük duygusu; İşte Kızılçukur Mağarasından çıktığımızda bizi bekleyen ödül buydu.



YAZAN : YAVUZ İŞÇEN
TEMMUZ 1993

AMFORA DERGİSİ EYLÜL 1992 SAYI 4'de YAYINLANMIŞTIR.


Basında ANMAK Listesi'ne Dönmek için tıklayınız...