DOĞADAN ALINAN BORCUN FAİZİ


Dağın dumanı olur, boranı olur, eşkıyası olur, hatta af buyurun ayısı bile olur da turizmi olmaz mı ? Olur elbette neden olmasın ! Kemeraltı turşucusunda nasıl her şeyin bir turşusu varsa, bizde de her şeyin bir turizmi var. Turizmin de bir bakanlığı var. Bakanlığı da olduğuna göre konu ciddi olmalı.
Evet arkadaşlar konu ciddiydi. Teneke kola kutusunu Vibram tabanlı dağ ayakkabım ile iyice ezdikten sonra, aynı işlemi etiketinden zeytinyağlı barbunya fasulyesine ait olduğunu anladığım konserve kutularına da uygulamaya başladım. Daha sonra biriken teneke yığınını, sağda solda uçuşmakta olan naylon torba ve poşetlerin içine tıkmaya başladım. Bir gün önce aynı yerde kamp kurmuş olan birilerinin dökmüş olduğu salçalı makarna artıkları ve sigara izmaritleri arasında kendi çadırıma yer açmaya çalışıyordum.
Aklıma ister istemez Turizm Bakanlığı'nın koridorunda, duvarda gördüğüm parlak kağıtlı afiş geldi. " Dağlarımız Turizme Açılıyor " Evet istediğimiz dağı turizimleyebilecektik böylelikle. Bu, yattığın yerden uzaktan kumanda aleti ile kanaldan kanala atlayabilmek kadar baş döndürücü bir zevk olmalıydı. Koskoca Turizm Bakanlığı da kendini bu zevkten mahrum edecek değildi ya. Etmedi de zaten.
Bundan 6 bilemedin 7 yıl öncesine kadar ülkemizde " dağ Turizmi " denildiğinde akla sadece kayak merkezleri ve Türk filmlerinde, Amerika'daki tahsiline sömestre tatili nedeni ile ara verip İstanbul'a dönen ve bir grup arkadaşı ile kayağa giden Nejat akla gelirdi. Bu alanda Uludağ, uzun yıllar tek merkez olarak varlığını sürdürdü. Sonra baktılar ki, ülkemizde fabrikatör oğlu Nejat'ların miktarı hiç de yabana atılacak kadar değil. Bunun üzerine sayı birden artmaya başladı. Kartalkaya, Erciyes, Ilgaz, Elmadağ, Palandöken, Saklıkent ve diğer merkezler hızla eklendi. Dağları otellerle, otelleri insanlarla ve sonuçta da doğayı çöpleri ile doldurmaya başladılar. Bugün olay daha da vahim bir hal aldı. Çünkü artık "Dağ Turizmi" kavramı sadece kışın yapılabilen kayağı değil, yaz kış yapılabilen trekking, kamcılık, dağcılık ve kaya tırmanışı etkinlikleri de içine aldı. Tabi ki kapsam genişledikçe sorunun boyutu da büyüdü.
Genel bir vurdumduymazlık içersinde bizden sonra gelecek kuşakların da sağlıklı bir çevrede yaşama hakları olduğu gerçeği sürekli göz ardı edildi. Çünkü doğaya, hiçbir zaman insanlığın tüm kuşaklarına ait bir miras olarak bakılmadı. Doğa, insanın sınırsız biçimde sömüreceği bir ortak zenginlikler bütünü olarak algılanıp, bu kaynağın bir gün tükeneceği hiç akla getirilmedi.
Aslında insanlığın tarihi, onun doğaya karşı verdiği savaşımın tarihinden başka bir şey değil. Yapılan işlere ve gelinen yere bakılırsa, insanoğlu bu savaşımı zaferle noktalamış gibi görünüyor. Kürsülerden atılan nutuklar ve kulağımıza gelen zafer çığlıkları da bunu doğrular nitelikte. Oysa durum bu kadar basit ve tek yanlı değil. Doğadan alınan borcun bir de faizi var. Çünkü doğada her şey, fiziğin temel kurallarından biri olan " Etkinin tepkiye eşitliği " ilkesine göre yürüyor. İnsanoğlu inanılmaz zeka ve becerisine karşın bu kuralı değiştirebilecek güce sahip değil. Zaten bugün " Çevre kirliliği " denilen şey de, insanoğlunun acımasız saldırılarına, bilinçsizce ve bencilce davranışlarına karşı, doğanın vermiş olduğu mütevazi bir yanıt sadece. Ya da başka bir değişle söylersek, doğadan alınan borcun ağır bir karşılığı.
Eskiden dağcılar kamplarını topladıktan sonra, ne kadar çöp, pislik, kutu, şişe vs. varsa hepsini toplayıp kente kadar geri taşırlar ve burada çöpe atarlardı. Çok şükür hala aynı geleneği devam ettirenler çoğunlukta. Çağın gereği her şeyin moda haline dönüştürülüp, medyanın da yardımı ile süslenerek lanse edildiği şu günlerde, dağcılık da çevrecilikte modaya uymakta gecikmedi.
Bugün ülkemizde dağlar, çeşitli firmalar tarafından organize edilen dağ turları ve bunlara katılan yerli yabancı bir çok kişinin bıraktığı artıklara günden güne doğallığını yitiriyor. Kayak merkezlerinin bulunduğu dağlarda ise durum gerçekten içler acısı. Dağ oteli ve tesis adı altında yapılan çok katlı beton binalar, gerilen teller, dikilen direkler ve üretilen kamyonlar dolusu çöp. Bu çöpleri çoğu zaman atılması gereken yerlere değil de, dağın gözden uzak herhangi bir yerine bırakılmasından rahatsız olmayan insanlar. Unutmayalım ki, dağı dağ yapan sadece ve sadece onun doğallığıdır. Bu doğallığın yok edildiği gün, geri dönülmez bir sürecin içinde yol almaya başlayacağız.
Dünya üzerindeki ormanların hızla yok olması, nehirlerin, göllerin, ve denizlerin fabrika artıkları ve asitli sularla kirlenmesi, kullanılabilir toprakların erozyona uğraması, bitki ve hayvanların türlerinin süratle tükenmesi en bencil yaklaşımla insanlığın da sonunu hazırlayacaktır.
Belki de bizler o gün, neredeyse bütün bilim kurgu filmlerinin ortak konusu haline gelmiş olan, kendimize kirletilmemiş yeni bir dünya bulabilmek düşüncesiyle, uzay gemimize atladığımız gibi galaksiler arasında yolculuk yapmaya başlayacağız. Tabi ki yeni bir dünya bulmak o kadar kolay değil. Epeyce zaman uzayda dolaşmak zorunda kalacağız. Zaman uzadıkça her türlü maddenin ve besinin kullanımı büyük önem kazanacak. Her türlü atık madde işlemlerden geçirilerek yeniden kullanılır hale getirilmeye uğraşılacak. O gün belki de en büyük suç, kullanılabilir maddeye zarar vermek olarak yasalara yazılacak.
Bu arada uzay gemimiz içersinde belki 25 . kuşak hüküm sürüyor olacak. Her yeni gelen nesile, sürekli bilgi aktarımı yapıldığı gibi, umutların kaybetmemeleri için terk etmek zorunda kaldığımız dünyamız ile ilgili filmler gösterilecek ve eski dünyamızdaki kaynakların bolluğu, ormanlar, göller ve tüm güzellikler anlatılacak. Her yeni nesil, seyrettikleri karşısında dehşete düşüp bize soracak, "dünya madem o kadar güzel bir yerdi de insanoğlu onu neden mahfetti ? "
Sevgili 25. kuşak, senden 25 kuşak önceki, hatta daha önceki ataların, bu soruyu bir kez olsun kendilerine sormadılar. Bugün sizler işte bunun için uzayda kendinize yaşanabilir bir dünya aramak zorunda kaldınız. Bugün sizler hayretler içinde bu soruyu soruyorsunuz, ancak çok geç kardeşlerim çok geç.

YAZAN : YAVUZ İŞÇEN
OCAK 1993

AMFORA DERGİSİ ŞUBAT 1993 SAYI 9'da YAYINLANMIŞTIR.


Basında ANMAK Listesi'ne Dönmek için tıklayınız...